Şu sıralarda zihnim sürekli Yunus Emre'yle meşgul.
Edebiyat ve düşünce dünyamızda, yirminci yüzyıl
boyunca, kimliği, mezhebi, meşrebi, dünya görüşü ve türbesi konusunda ciddi
anlaşmazlıkların ve kavgaların yaşanmasına sebep olan bu büyük sufi şair
hakkında son zamanlarda ne kadar az yazılıp çizildiği sizin de dikkatinizi çekti
mi?
Yunus için, kendi şehirlerinde yattığı iddiasından
hiç vazgeçmeyen Eskişehirliler ve Karamanlılar tarafından hâlâ anma törenleri,
sempozyumlar vb. düzenleniyor; fakat artık o eski heyecandan eser yok. Hayatını
Yunus Emre'ye vakfetmiş bir ilim adamı olan Mustafa Tatçı da olmasa, koca şair
neredeyse unutulacak.
Hâlbuki yakın zamanlara kadar, sağdan soldan, Yunus
hakkında yazmayan, onu yeniden yorumlayıp kendi düşüncesinin savaşçısı yapmayan
yoktu. Kiminin Yunus'u Batınî ve Bektaşi idi, kiminin Yunus'u Sünni ve Mevlevi;
kimininki 'kriz entelektüel' yaşıyordu; kimininki sosyalistti, kimininki
hümanist, kimininki Türkçü, kimininki İslâmcı... Nâzım Hikmet, Kuvayı Milliye
Destanı'nda:
Başka türlü anlıyorum ben Yunus'u:
bence onda bütün bir devir dile gelmiş Türk köylüsü:
öte dünyaya dair değil,
bu dünyaya dair kaygılarıyla...
diyor, Sabahattin Eyüboğlu ise Yunus'un "kitapsız,
tapınmasız, törensiz, kıblesiz bir inancın adamı" olduğunu iddia ediyordu.
Farklı ideolojilere mensup aydınların kendi dünya
görüşlerine uygun Yunuslar yaratmaları anlaşılabilir. Hatta Yunus'un her görüşe
hitap edebilecek zenginlikte bir şiir yazdığını düşünerek bu farklı yorumları
sempatiyle de karşılayabiliriz. Fakat dünya görüşündeki dalgalanmalara paralel
olarak kendi Yunus portresini sürekli değiştirenlere ne demeli?
Rahmetli Abdülbaki Gölpınarlı, tasavvuf tarihinin ve
eski edebiyatımızın gelmiş geçmiş en büyük uzmanlarından biriydi. Türk-İslam
tarihiyle, kültürüyle, edebiyatıyla ilgilenip de ondan beslenmemiş olan yoktur.
Burhan Toprak'ın divan şairlerini yerin dibine batırarak yücelttiği, kendi
içindeki yangını söndürmekten başka bir şey düşünmeyen ferdiyetçi Yunus'una ilk
o itiraz etmiş, onun hazırladığı divandaki yanlışları göstermek için yazma ve
basma divan nüshalarına gömülünce kendini Yunus Emre şiirinin uçsuz bucaksız
dünyasında bulmuştu.
Gölpınarlı'nın keşfettiği ilk Yunus, Bektaşi idi.
Bektaşi erkânının 13. yüzyılda henüz teşekkül etmediği itirazı gelince, ona
Babai zümresine ve tarikat silsilesi itibariyle Hacı Bektaş'a mensup olduğu için
Bektaşi dediğini yazmıştı. Yani Gölpınarlı'nın ikinci Yunus'u Babaî'dir.
1940'larda Maarif Vekili Hasan Âli Yücel marifetiyle uygulanan kültür
politikasının tesiri altında hümanist ve sosyalist bir Yunus portresi çizen
Gölpınarlı, 1945 yılında yayımlanan Divan Edebiyatı Beyanındadır adlı ünlü
eserinde, divan şairlerini, Burhan Toprak gibi -aşağı yukarı aynı gerekçelerle-
yerden yere vurmuş, buna karşılık halk şiirini ve Yunus'u yücelterek alternatif
olarak sunmuştu. 1946 yılında çıkarılan ve ismiyle de eğilimini belli eden Yığın
dergisinin ilk sayısına yazdığı yazı şöyle bir başlık taşıyordu: "İnsanı ve
İnsanlığı Her Şeyin Üstünde Tutan Yunus."
O yıllarda, Yunus'ta tasavvufun soyutlayıcı bir
felsefe olmaktan çıkıp insanı ve tabiatı soyutluktan kurtaran bir sistem olarak
kullanıldığını düşünen Gölpınarlı, soyut Tanrı sevgisinden yola çıkan Yunus'un
somut insan sevgisine ulaştığını söylüyordu. 1960'larda Yunus'u biraz daha
sosyalistleştiren Gölpınarlı, ileri yaşlarında tasavvufa yeniden ağırlık vermeye
başladı. Asıl şaşırtıcı olan, 1971'de düzenlenen, ağırlıklı olarak Yunus Emre'yi
bir hümanist olarak yorumlayan bildirilerin yer aldığı Uluslararası Yunus Emre
Semineri'nde, yıllarca Bektaşi olduğunu savunduğu Yunus'un Mevlevi olduğunu ilân
etmesiydi.
Muhafazakârların yorumuna gelince: Nurettin Topçu,
Mehmet Kaplan, Sezai Karakoç, Hüsrev Hatemi gibi, Yunus'a farklı açılardan bakan
ve dikkate değer yorumlar getiren muhafazakârlar da vardır. Fakat onun Batınî ve
Bektaşi olduğu iddiası muhafazakâr çevrelerde pek kabul görmemiş, şiirlerindeki
hümanizma da dinî ve tasavvufî açıdan izah edilmiştir.
Muhafazakârların kafasındaki Yunus Emre portresinin
genel çizgilerini görebilmek için, rahmetli Faruk Kadri Timurtaş'ın Tercüman
1001 Temel Eser dizisinde yayımlanan Yunus Emre Divanı'nın başındaki metni
okumak gerekir.
"Her dem yeni doğarız bizden kim usanası" diyen
Yunus, unutulası bir şair değildir; her okunuşunda insana yeni kapılar açar,
yeni zenginlikler sunar. Onun "Bir çeşmeden akan su acı tatlı olmaya" mısraıyla
ne demek istediği tam olarak anlaşıldığı zaman dünyanın daha huzurlu bir yer
olacağına inanıyorum.
Bu vesileyle Ramazan-ı Şerif'inizi tebrik ediyor,
Yunus Emre Divanı'nın sayfaları arasına gömülmeyi göze alamıyorsanız, Hüsrev
Hatemi'nin bu divandan sizler için özenle seçip açıkladığı mısra ve beyitlerden
oluşan N'etti Bu Yunus N'etti (Pan Yayıncılık, 2004) adlı antolojisini tavsiye
ediyorum.
Beşir Ayvazoğlu
04 Ağustos 2011, Perşembe, Zaman
( "N'etti Bu Yunus, N'etti?" başlıklı yazı)