28 Eylül 2009 Pazartesi

" gülün kendini işlemek için
çırağı yada ustası yoktur"
.
Hilmi Yavuz
.
Resim:Vladimir Kush,Amor de Marinero ( Sailor's Love)
"kuşlarımı koymak için
bir gök resmi bulamadım"
.
Hilmi Yavuz
.
Resim: René Magritte, La Thérapeute,1941

27 Eylül 2009 Pazar

ÇIKMAZIN GÜZELLİĞİ

ÇIKMAZIN GÜZELLİĞİ
Turgut Uyar


Sorun: Şiirin, -üstelik insanın kendi şiirinin- çıkmazda olduğunun bilincine varmaktır. Bu çıkmazın bilincine varmak biraz da çözmek demektir onu.

Şiirimiz, (-) dolayısıyle edebiyatımız, çünkü ülkemizde edebiyatın, hattâ bazı ölçülerde toplumun birçok sorunları açık kapalı, şiirde tartışılır, şiirde çözülür yahut çözülmez veya bu sorunlardan şiirde vazgeçilir. Belki de sağlam düşünce zeminleri kurulmamış bütün ülkelerde böyledir bu. (-) gerçekten bir çıkmazdadır. Nasıl ki Nâzım sonrasında da, Orhan Veli sonrasında da çıkmazda idi. Çünkü şiirin çıkmazı, yukarda değindiğimiz sebepten insanın çıkmazına, toplumun çıkmazına sıkı sıkıya bağlıydı ülkemizde. (Belki de bir bakıma şiirin görevi hep çıkmazda olmaktır. Rahat işleyen şiir kuşku vermelidir. Belki yaşanandan geride kalmıştır onun için. Divan şiiri hiç çıkmaza düşmedi. Hiç değilse Tanzimata kadar düşmedi. Çıkmaza giren insan'la birlikte sarsıldı ve eskidi. Hece geride kalmayı kabullenerek başladı, onun için çıkmazda değildi. Sık sık dalgalanan, dalgalanmaları büyük bir toplumda, toplumu, yaşanandan değil, bir çeşit vocabulaire'den kovalıyordu, sunulmuşu sözcüklerden izliyordu. Buna boyun eğmişti). Şiir çıkmazda. Şimdiye değin, ne romanın, ne tiyatronun, ne sinemanın izleyemediği, anlayamadığı bir çıkmazda. Belki yalnız öykü'nün farkına vardığı bir çıkmaz.

Bu çıkmazın en önemli sebeplerinden biri, şiirin kendi sebep ve sonuçlan (denebilirse bir çeşit otofaji) ise, öbür nedenleri arasında, toplumsal koşulların, toplumsal dayanakların değişmesi, yani insanın, insanın alıp verdiklerinin, insan ilişkilerinin değişmesi ise, önemli bir başkası da: geri, sorumsuz, bilinçsiz, gelişen insanın, dolayısıyle, şiirin imkânlarına dar gelen, anakronik bir ortamın ve buna bağlı bir şiir ortamının türemesidir. (Bu ortamın bahse değmeyecek kadar önemsiz, etkisiz, olduğunu söyleyecekler çıkabilir. Önceleri biz de böyle düşünüyorduk. Ama şiir kendi başına yaşıyan, soyut bir yaratık değil. Geldiği sebepler, seslendiği, seslenmek zorunda olduğu yerler var. Ülkemizde daha bir süre, sözü edilmeye değmeyen şeyleri yılmadan ortaya koymak, tartışmak zorundayız. Herkes, savaşmaya zorunlu olduğu şeylerin budalaca çetinliğini bilmek, hesaba katmak zorundadır?

Her beğeninin bir ortamı, her şiirin türünün bir alıcısı vardır. Yapılmakta olanı kimsenin küçümsemeye hakkı yoktur. Ama budalaca aşk şiirlerinin, budalaca biçim denemelerinin birdenbire yarattığı ortama ses çıkarmamaya, görmezden gelmeye pek katlanamıyor insan.

Şiir çıkmazdadır. Bütün şiir yazanlara, edebiyat yazanlara hatırlatmak gerekir: Şiir çıkmazdadır. Çünkü insan çıkmazdadır, sorunlar çıkmazdadır.
Toplum değişiyor, insan değişiyor, insanın yeri değişiyor, insanın ilişkileri ve sorunları değişiyor. Ülkemizde en azından birtakım kavramlarla yeni yeni karşılaşıyoruz. Şiirin en azından artık bir avunma, oyalanma değil, bir saptama, belki bir önerme olduğu anlaşılıyor.

İnsan, dolayısıyla şiir değişiyor. Bu değişme ancak değişmenin ve değişenin, eskimenin ve eskiyenin farkına varmakla izlenebilir. Bilgi şartı yanında bunları ayırt etmenin asgari baz'ı sağlam bir duyarlıktır. Yüzyılımızın bütün gereçleri de bunu sağlamaya elverişli üstelik. 1930'un eksik idealizm'i, 1940 realizm'i ve 1950'nin hastalıklı romantizm'i ile bugünün insanını betimlemek mümkün değil.

Evet şiir çıkmazda. Çünkü insan çıkmazda. Ama bütün sorun bu çıkmazın bilincine varmakta. Şiirin çıkmazda olmadığını düşünenlerden yana değiliz. Çünkü bu çıkmaz; bilince, bilgiye uygunluğa, çağdaş şiire ve insana yeni bir imkândır.

Turgut Uyar
.
Resim: Vladimir Kush, Back Side of the Moon

17 Eylül 2009 Perşembe

SONSUZ BİLİNCİNDE YAŞAMANIN O ATLAR*


"Atlarla. Uzun bacaklı evrensel atlar
Bunlarla gelişiyor sevdamız anlatılmaz"
.
Cemal Süreya
.
*Turgut Uyar

.
Resim: Marcia Baldwin

14 Eylül 2009 Pazartesi

BİLDİRMECE

"Bu sokaktan biri geçince
Başka biri de geçebilir demek
Ne demek?"
.
Metin Eloğlu
.
Resim: Metin Eloğlu, İzmir'de Sokak

11 Eylül 2009 Cuma



" Yanlış olan nesne yok."
.
İlhan BERK

.
Resim:René Magritte,Personal Values,1952

9 Eylül 2009 Çarşamba

ŞİİR KOKUSU'ndan


“Şiir Kokusu” koyduk bu konuşmanın başlığını. Neden böyle yaptık? Çünkü şiirin, kokusundan başka esas alabileceğimiz bir vasfı yok. Yani şiiri kokusundan tanıyabiliriz. Robert Graves’e, "İyi şiiri kötü şiirden nasıl ayırabilirsiniz?" diye sormuşlar. "Burnumla" demiş. İyi şiirin kokusu başkadır, kötü şiirin kokusu başkadır. Ama o biraz daha açıklayıcı bir cevap vermiş. "Tıpkı kokmuş balığı, kokmamış balıktan ayırdığım gibi" demiş. Balık bozulunca kokusu değişiyor. Bu manada kötü şiirin kötü bir kokusu olur. Daha doğrusu artık yenmeyecek balık nasıl kokuyorsa, okunmayacak şiir de öyle kokuyor.
.
Şiirin ne olduğu meselesini sağlam bir kaynaktan öğrenmek için Kuran-ı Kerim'e başvurmak zorundayız. Zorundayız diyorum ama bu zorunluluk herkesin riayet ettiği bir zorunluluk değil tabii. Kuran-ı Kerim'in 26.suresi Şuara suresi… Ve o surenin son ayetleri, 224. ayetten başlayarak şu mealle bize ulaşıyor: Şairlere ise azgınlar uyar. Veyahut şairler ise gerçekten, onlara azgın sapıklar uyar. Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaşmakta olduklarını görmedin mi? Ve onlar yapmadıklarını söylemektedirler. Ancak iman edip salih amel işleyen, Allah'ı çokça anan ve haksızlığa uğradıktan sonra öçlerini alanlar müstesna. Zulmedenler, zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılaba uğrayıp devrileceklerini pek yakında bileceklerdir... şeklinde bir meali var bu Şuara Suresi'nin son ayetlerinin. Demek ki bu şairlerin yaptıkları iş pek parlak bir iş değil. Yani onlara uymak pek tekin değil. Çünkü onlara sapkınlar ve azgınlar uyar, diyor Kuran-ı Kerim. Ama üç tane istisna zikrediyor. Şairler eğer Allahın adını çok anan kişilerse veya salih amel işleyen kişilerse veyahut -ki ben o kategoriye kendimi sokmak hevesindeyim- uğradıkları haksızlığın öcünü almak üzere şiir yazıyorlarsa, onlara Kuran-ı Kerim cevaz veriyor. Yani onların yazdıklarına uyanlar sapkın ve azgın olmuyorlar.
.
(...)

Türk şiiri 1954-1959 yılları arasında son modern atılımını yaptı. Bu modern atılım Avrupa milletleri arasında Türklerin komplekse kapılacak bir yeri olmadığını, Türklerin en az Avrupalılar kadar zihni bir hazineye sahip olduklarını gösteren bir şiir akımıydı: İkinci Yeni Şiir akımı. Ve sonra da bu insanlar bireysel ya da ferdi açılımlarını sürdürdüler. Bağımsız önemli şiirler yazdılar. Fakat burada önemli bir şey var: İkinci Yeni şiiri dediğimizde, burada hiyerarşik sınıflama görürüz. İkinci Yeni şiirinin en önemli üç ismi şunlardı: Turgut Uyar, Edip Cansever, Cemal Süreyya. Bu, sırayı da gözeterek yapılmış bir tasnif. Ondan sonra derece farkı olarak Ülkü Tamer ve Kemal Özer gelir. Bu İkinci Yeni’nin en canlı olduğu döneme ait bir tasnif. Şimdi bu tasnifte Sezai Karakoç' un, Fazıl Hüsnü' nün, Metin Eloğlu'nun yerleri farklı farklıdır. Bu hiyerarşik bölünmeye riayet etmeyen yerleri vardır, ama bakınız İkinci Yeni Şiirindeki bu hiyerarşik bölünmede doğrudan doğruya Türkiye'nin meselelerinde omurgaya yakınlıkla tespit edilmiş bir şeydir. Omurga olan Turgut Uyar'ın şiiridir ve Edip Cansever ona destek olan bir şiir kurmuştur. Cemal Süreyya'nın kurduğu şiir de bu desteği süsleyen şiirdir. Ne demek istiyorum? Oteller kenti diye bir kitabı var Edip Cansever'in. Ben şahsen tanıdığım için biliyorum, memleketi hakkında “bu memleket benim değilse, ben bir sıfırım” mantığıyla hareket eden bir adam. Amerika'dan Walt Withman'ı koparabilir misiniz? Ya da Walt Withman'dan Amerika'yı? Hayır! Böyle bir şey yapılmıştır ve bu, o ülkenin hesaba katılmasında rol oynayan bir şeydir. Bizim bu şairlerimiz de apolitik görünürler, öyledirler nitekim. Siyaseti iktidar oyunu olarak alırsanız, şüphesiz apolitiktirler. Ama bir memleketin devamı, bir memleketin yükselişi söz konusu olduğu zaman bu insanların “Bir dokun, bin ah dinle” durumunda olduğunu görürsünüz. “Bir ay aldım Diyarbakır' dan / Tokat' tan biri öldü o zaman” diye başlar şiir. Diyeceksiniz ”işte, artistik şeyler”. Hayır! Değil!.. Geçenlerde bir mülakatımda söyledim: Turgut Uyar'ın İkinci Yeni içindeki ikinci kitabı… Birincisi “Dünyanın en güzel Arabistanı”, ikincisi “Tütünler Islak”… O kitap yayınlandığı zaman sigara paketlerinden çıkan tütünler ıslaktı. O günleri yaşayanlar bilirler, Tekel’in ürettiği sigaradaki tütünler ıslaktı. İnsanlar yaşamak fakat mutlaka yaşamayı yükseltmek derdiyle şiir yazıyorlardı. Milletin başına şair diye bela kesilmek üzere değil. Yani Türkiye'de “şair olan şaire” uymak, Kuran' a rağbet etmenin açık bir yol olduğu durumu gösterir. Yani Türkiye'de şairler Allahın adını anmasalar da, salih amel işlemeseler de, uğradıkları haksızlığın öcünü almak üzere şiir üretmektedirler.
.
İSMET ÖZEL
.
(30 Nisan 2006'da İzmir TÜYAP' ta yaptığı "ŞİİR KOKUSU" başlıklı konuşma'dan)
.
Resim:Paul Klee, Heroic Roses, 1938

5 Eylül 2009 Cumartesi


"Kurbağalara bakmaktan geliyorum, dedi Yakup"
.
Edip Cansever

.
Resim : David Stoupakis "The Day the Frogs Rain Down" 2005