9 Eylül 2009 Çarşamba

ŞİİR KOKUSU'ndan


“Şiir Kokusu” koyduk bu konuşmanın başlığını. Neden böyle yaptık? Çünkü şiirin, kokusundan başka esas alabileceğimiz bir vasfı yok. Yani şiiri kokusundan tanıyabiliriz. Robert Graves’e, "İyi şiiri kötü şiirden nasıl ayırabilirsiniz?" diye sormuşlar. "Burnumla" demiş. İyi şiirin kokusu başkadır, kötü şiirin kokusu başkadır. Ama o biraz daha açıklayıcı bir cevap vermiş. "Tıpkı kokmuş balığı, kokmamış balıktan ayırdığım gibi" demiş. Balık bozulunca kokusu değişiyor. Bu manada kötü şiirin kötü bir kokusu olur. Daha doğrusu artık yenmeyecek balık nasıl kokuyorsa, okunmayacak şiir de öyle kokuyor.
.
Şiirin ne olduğu meselesini sağlam bir kaynaktan öğrenmek için Kuran-ı Kerim'e başvurmak zorundayız. Zorundayız diyorum ama bu zorunluluk herkesin riayet ettiği bir zorunluluk değil tabii. Kuran-ı Kerim'in 26.suresi Şuara suresi… Ve o surenin son ayetleri, 224. ayetten başlayarak şu mealle bize ulaşıyor: Şairlere ise azgınlar uyar. Veyahut şairler ise gerçekten, onlara azgın sapıklar uyar. Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaşmakta olduklarını görmedin mi? Ve onlar yapmadıklarını söylemektedirler. Ancak iman edip salih amel işleyen, Allah'ı çokça anan ve haksızlığa uğradıktan sonra öçlerini alanlar müstesna. Zulmedenler, zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılaba uğrayıp devrileceklerini pek yakında bileceklerdir... şeklinde bir meali var bu Şuara Suresi'nin son ayetlerinin. Demek ki bu şairlerin yaptıkları iş pek parlak bir iş değil. Yani onlara uymak pek tekin değil. Çünkü onlara sapkınlar ve azgınlar uyar, diyor Kuran-ı Kerim. Ama üç tane istisna zikrediyor. Şairler eğer Allahın adını çok anan kişilerse veya salih amel işleyen kişilerse veyahut -ki ben o kategoriye kendimi sokmak hevesindeyim- uğradıkları haksızlığın öcünü almak üzere şiir yazıyorlarsa, onlara Kuran-ı Kerim cevaz veriyor. Yani onların yazdıklarına uyanlar sapkın ve azgın olmuyorlar.
.
(...)

Türk şiiri 1954-1959 yılları arasında son modern atılımını yaptı. Bu modern atılım Avrupa milletleri arasında Türklerin komplekse kapılacak bir yeri olmadığını, Türklerin en az Avrupalılar kadar zihni bir hazineye sahip olduklarını gösteren bir şiir akımıydı: İkinci Yeni Şiir akımı. Ve sonra da bu insanlar bireysel ya da ferdi açılımlarını sürdürdüler. Bağımsız önemli şiirler yazdılar. Fakat burada önemli bir şey var: İkinci Yeni şiiri dediğimizde, burada hiyerarşik sınıflama görürüz. İkinci Yeni şiirinin en önemli üç ismi şunlardı: Turgut Uyar, Edip Cansever, Cemal Süreyya. Bu, sırayı da gözeterek yapılmış bir tasnif. Ondan sonra derece farkı olarak Ülkü Tamer ve Kemal Özer gelir. Bu İkinci Yeni’nin en canlı olduğu döneme ait bir tasnif. Şimdi bu tasnifte Sezai Karakoç' un, Fazıl Hüsnü' nün, Metin Eloğlu'nun yerleri farklı farklıdır. Bu hiyerarşik bölünmeye riayet etmeyen yerleri vardır, ama bakınız İkinci Yeni Şiirindeki bu hiyerarşik bölünmede doğrudan doğruya Türkiye'nin meselelerinde omurgaya yakınlıkla tespit edilmiş bir şeydir. Omurga olan Turgut Uyar'ın şiiridir ve Edip Cansever ona destek olan bir şiir kurmuştur. Cemal Süreyya'nın kurduğu şiir de bu desteği süsleyen şiirdir. Ne demek istiyorum? Oteller kenti diye bir kitabı var Edip Cansever'in. Ben şahsen tanıdığım için biliyorum, memleketi hakkında “bu memleket benim değilse, ben bir sıfırım” mantığıyla hareket eden bir adam. Amerika'dan Walt Withman'ı koparabilir misiniz? Ya da Walt Withman'dan Amerika'yı? Hayır! Böyle bir şey yapılmıştır ve bu, o ülkenin hesaba katılmasında rol oynayan bir şeydir. Bizim bu şairlerimiz de apolitik görünürler, öyledirler nitekim. Siyaseti iktidar oyunu olarak alırsanız, şüphesiz apolitiktirler. Ama bir memleketin devamı, bir memleketin yükselişi söz konusu olduğu zaman bu insanların “Bir dokun, bin ah dinle” durumunda olduğunu görürsünüz. “Bir ay aldım Diyarbakır' dan / Tokat' tan biri öldü o zaman” diye başlar şiir. Diyeceksiniz ”işte, artistik şeyler”. Hayır! Değil!.. Geçenlerde bir mülakatımda söyledim: Turgut Uyar'ın İkinci Yeni içindeki ikinci kitabı… Birincisi “Dünyanın en güzel Arabistanı”, ikincisi “Tütünler Islak”… O kitap yayınlandığı zaman sigara paketlerinden çıkan tütünler ıslaktı. O günleri yaşayanlar bilirler, Tekel’in ürettiği sigaradaki tütünler ıslaktı. İnsanlar yaşamak fakat mutlaka yaşamayı yükseltmek derdiyle şiir yazıyorlardı. Milletin başına şair diye bela kesilmek üzere değil. Yani Türkiye'de “şair olan şaire” uymak, Kuran' a rağbet etmenin açık bir yol olduğu durumu gösterir. Yani Türkiye'de şairler Allahın adını anmasalar da, salih amel işlemeseler de, uğradıkları haksızlığın öcünü almak üzere şiir üretmektedirler.
.
İSMET ÖZEL
.
(30 Nisan 2006'da İzmir TÜYAP' ta yaptığı "ŞİİR KOKUSU" başlıklı konuşma'dan)
.
Resim:Paul Klee, Heroic Roses, 1938